10 Mayıs 2013 Cuma

BUKET UZUNER VE SU...


Buket Uzuner’ i Pelin Çift’in Öteki Gündem gibi gayet ciddi ve güzel bilgiler veren programında (Şamanizmin ve şamanların konuşulduğu bir programdı) güzel güzel konuşurken görünce, gidip kitabı alayım dedim. Kitabın adı “Su”. Konusu nedir derseniz; şamanizmle ilgili herkesin aşağı yukarı bildiği şeyler ve birtakım toplumsal sorunlar. Fakat bu sorunlar  acemice ve insanın gözüne sokarak, dikte ederek anlatılmış. Kurgu son derece gerçeklikten uzak ve tutarsız. Esas anlatılmak istenen, sanki Şamanizm değil de, o başlık altında başka toplumsal sorunların anlatılması. Şamanizmi anlatan bir kitap olarak lanse edilmesine rağmen, burada şamanizmle ilgili önemli bilgiler de görmüyoruz.
Kitaptaki diyaloglar çok sıkıcı, sanki çocuklar için yazılmış bir kitap okuyormuş gibi oluyorsunuz. Yazar mütemadiyen bu diyaloglarla okuyucuya ders vermeye çalışmış. Bu şekilde olunca toplumsal konulara, yazarın okuyucuya kendi bakış açısını dikte etme durumu ortaya çıkıyor.
Konu; birdenbire ortadan kaybolan, bir  gazetecinin aranması. Mekan İstanbul, başrollerde, kaybolan Defne Kaman(kendisi de kaman olan), Defne’ nin ninesi Umay (O da kaman), Defne’yi aramayı kendisine görev bilen( izne çıktığı halde) komiser Ümit ve hayattan kopmuş bir kadın olan sahaf Semahat. Bir de Ümit’ in aşık olduğu güya  kapalı ve ailesi radikal bir şekilde dindar olan Tasvir adındaki kız. Tabii bir de polisiye roman kahramanı Matt  Scudder var.
Olay o kadar acemice kurgulanmış ki bazen komedi okuyormuşsunuz gibi geliyor. Bir kere ortada, başkomiser olması gerekirken, 32 yaşında olupta hala komiserlikte kalmış biri var. Bu arkadaş her ne hikmetse yüzyılın en sıcak günlerinde uzun kollu üniformayla dolaşıyor. Kitabında böyle bir tipleme yapan yazarın, emniyette mayıs ayında verilen bir emirle yazlık kıyafete geçildiğini bilmesi, bilmiyorsa kitabı yazmadan önce bu tür konularda bilgi edinmesi gerekir. Yunus balığı kısmı ayrı bir alem zaten, gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Yazım yanlışlarını da ekleyince kitap evlere şenlik bir hale dönüşüyor.
Magazinsel, azapkar,  cinnetkar, haker  türü kelimeler var. Kaba bir şekilde kullanılan “falan”, “yahu” gibi kelimeler hoş olmamış. Ayrıca, güneş doğarken kahve içilmesi ve sonrasında kahvaltı yapılması, bunun da “kahve-altı” olarak anlatılması, eski Türklerde böyle yapıldığının iddia edilmesine ne diyeyim bilemedim? Burada, Türklerin Orta Asya’ dayken kahve içip içmedikleri sorusu ortaya çıkıyor.
Komiser Ümit yıllarca sahaf Semahat’in dükkanının önünde devriye olarak geçiyor dükkanı görmüyor, ama nedense Tasvir’ le gezerken dükkanın farkına varıyorJ)) Böyle bir polis hayal edemiyorum, acaba yazar polislerle dalga mı geçiyor???  “Tasvir’ i her düşündüğünde içi yanıp burnu sızlayan Komiser Ümit, yine burnunu çekti.”(s. 29) Bizim bildiğimiz burun direği sızlar, yazar  öyle yazmak istedi de elimi sürçtü acaba??? Ayrıca sahaf Semahat kıtlama değil de kırtlama çay içiyormuş. Yazar belki kelimenin aslını öyle biliyordur ne diyelim. Yazarın yanlış bildiği şeylerden biri de galiba “fare düşse başı yarılır” sözü. Biz genellikle boş mekanları ifade ederken bu deyimi kullanırız ama bakın yazarımız ne anlamda kullanmış:
“ Fare düşse başını yaracak kadar karmakarışık masasının üzerinde telefonunu ararken” (s. 161)
En çok güldüğüm şeylerden biri de, eskiden bohçacıların aslında kapı kapı dolaşıp bohçalarında kitap sattıkları idi.
 Daha eleştirecek çok şey var ama  bu kadarı da size kitapla ilgili az çok bilgi vermiştir herhalde. Kısacası gaza gelipte bu kitabı aldığıma pişman oldum. Bundan sonra ki yazım beğendiğim bir kitapla ilgili olacak. Herkese iyi okumalar…