12 Mayıs 2013 Pazar
10 Mayıs 2013 Cuma
BUKET UZUNER VE SU...
Buket Uzuner’ i Pelin Çift’in Öteki Gündem gibi gayet ciddi
ve güzel bilgiler veren programında (Şamanizmin ve şamanların konuşulduğu bir
programdı) güzel güzel konuşurken görünce, gidip kitabı alayım dedim. Kitabın
adı “Su”. Konusu nedir derseniz; şamanizmle ilgili herkesin aşağı yukarı
bildiği şeyler ve birtakım toplumsal sorunlar. Fakat bu sorunlar acemice ve insanın gözüne sokarak, dikte
ederek anlatılmış. Kurgu son derece gerçeklikten uzak ve tutarsız. Esas
anlatılmak istenen, sanki Şamanizm değil de, o başlık altında başka toplumsal
sorunların anlatılması. Şamanizmi anlatan bir kitap olarak lanse edilmesine
rağmen, burada şamanizmle ilgili önemli bilgiler de görmüyoruz.
Kitaptaki diyaloglar çok sıkıcı, sanki çocuklar için
yazılmış bir kitap okuyormuş gibi oluyorsunuz. Yazar mütemadiyen bu
diyaloglarla okuyucuya ders vermeye çalışmış. Bu şekilde olunca toplumsal
konulara, yazarın okuyucuya kendi bakış açısını dikte etme durumu ortaya
çıkıyor.
Konu; birdenbire ortadan kaybolan, bir gazetecinin aranması. Mekan İstanbul,
başrollerde, kaybolan Defne Kaman(kendisi de kaman olan), Defne’ nin ninesi
Umay (O da kaman), Defne’yi aramayı kendisine görev bilen( izne çıktığı halde)
komiser Ümit ve hayattan kopmuş bir kadın olan sahaf Semahat. Bir de Ümit’ in
aşık olduğu güya kapalı ve ailesi
radikal bir şekilde dindar olan Tasvir adındaki kız. Tabii bir de polisiye
roman kahramanı Matt Scudder var.
Olay o kadar acemice kurgulanmış ki bazen komedi
okuyormuşsunuz gibi geliyor. Bir kere ortada, başkomiser olması gerekirken, 32
yaşında olupta hala komiserlikte kalmış biri var. Bu arkadaş her ne hikmetse
yüzyılın en sıcak günlerinde uzun kollu üniformayla dolaşıyor. Kitabında böyle
bir tipleme yapan yazarın, emniyette mayıs ayında verilen bir emirle yazlık
kıyafete geçildiğini bilmesi, bilmiyorsa kitabı yazmadan önce bu tür konularda
bilgi edinmesi gerekir. Yunus balığı kısmı ayrı bir alem zaten, gülsem mi
ağlasam mı bilemedim. Yazım yanlışlarını da ekleyince kitap evlere şenlik bir
hale dönüşüyor.
Magazinsel, azapkar,
cinnetkar, haker türü kelimeler
var. Kaba bir şekilde kullanılan “falan”, “yahu” gibi kelimeler hoş olmamış.
Ayrıca, güneş doğarken kahve içilmesi ve sonrasında kahvaltı yapılması, bunun
da “kahve-altı” olarak anlatılması, eski Türklerde böyle yapıldığının iddia
edilmesine ne diyeyim bilemedim? Burada, Türklerin Orta Asya’ dayken kahve içip
içmedikleri sorusu ortaya çıkıyor.
Komiser Ümit yıllarca sahaf Semahat’in dükkanının önünde
devriye olarak geçiyor dükkanı görmüyor, ama nedense Tasvir’ le gezerken
dükkanın farkına varıyorJ))
Böyle bir polis hayal edemiyorum, acaba yazar polislerle dalga mı
geçiyor??? “Tasvir’ i her düşündüğünde
içi yanıp burnu sızlayan Komiser Ümit, yine burnunu çekti.”(s. 29) Bizim
bildiğimiz burun direği sızlar, yazar
öyle yazmak istedi de elimi sürçtü acaba??? Ayrıca sahaf Semahat kıtlama
değil de kırtlama çay içiyormuş. Yazar belki kelimenin aslını öyle biliyordur
ne diyelim. Yazarın yanlış bildiği şeylerden biri de galiba “fare düşse başı
yarılır” sözü. Biz genellikle boş mekanları ifade ederken bu deyimi kullanırız
ama bakın yazarımız ne anlamda kullanmış:
“ Fare düşse başını yaracak kadar karmakarışık masasının
üzerinde telefonunu ararken” (s. 161)
En çok güldüğüm şeylerden biri de, eskiden bohçacıların
aslında kapı kapı dolaşıp bohçalarında kitap sattıkları idi.
Daha eleştirecek çok
şey var ama bu kadarı da size kitapla
ilgili az çok bilgi vermiştir herhalde. Kısacası gaza gelipte bu kitabı
aldığıma pişman oldum. Bundan sonra ki yazım beğendiğim bir kitapla ilgili olacak.
Herkese iyi okumalar…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)